26 Ocak 2015 Pazartesi

Fetih masalları ve gerçekler-18(SON)
Şehrin düşmesinin üzerinden bir gün bile geçmeden Fatih, Bizans’ın en önemli 2. Adamı Lukas Notaras’a ve ailesine özgürlüklerini verdi. Notaras’ın hasta karısını yatağında ziyaret etti. Notaras’tan isimlerini saptayarak tüm Bizans soylularını arayıp buldurdu. Esir alınan soyluların hepsinin fidyelerini, kendi payına ganimet olarak düşen altınlardan ödeyerek serbest bıraktırdı.
Fatih daha da ileri giderek şeriatçı ulemanın tepesini attıracak planlarından küçük bir kısmını Notaras’a çıtlattı ve ona, “şehrin bütün yönetim işlerini sana vereceğim. Bizans zamanında sahip olduğundan daha büyük bir şerefe ve konuma sahip olacaksın” dedi.
Burada da durmadı ve kuşatmanın başından beri Katoliklerle kiliselerin birleşmesi anlaşmasının imzalanmış olmasına ateş püsküren patrik Gennadius’u Ortodoks kilisesinin baş patriği yaptı. Ona patriklik asasını bizzat kendi eliyle verdi. Onu patriğin özel giysileri içinde atına bindirdi. Gennadius atın üzerinde, kendisi ise, atın ipinden tutmuş bir şekilde yürüyerek bir süre ona eşlik etti.
Fatih’in amacı Müslümanlardan ve Hıristiyanlardan oluşan kozmopolit bir şehir kurmaktı. Notaras’ı şehrin valisi yapmak, kilit noktalara bazı önemli Bizanslı bürokratları getirmek istiyordu. Üstelik onlardan Müslüman olmalarını istemeyi de düşünmüyordu.
Ancak 21 yaşın, çevresini saranlardan kolay etkilenebilir bir yaş olduğunu da unutmamak gerekiyormuş. Şehrin düşmesinin üzerinden çok geçmedi. Günlerden bir gün Fatih Okmeydanı’nda büyük bir ziyafet verdi. Bu ziyafet sırasında, şarapla da hayli esrikleştiği söylenen Fatih, bir haremağasını Lukas Notaras’ın evine göndererek, Notaras’tan genç ve güzel oğlunu kendisine göndermesini istedi. Notaras “kendi evladımın alnına kendi elimle leke sürmektense ölmeyi tercih ederim. Padişahınıza söyleyin. Cellat göndererek kafamızı alsın” diye cevap verdi ve çocuğunu Fatih’e vermeyi reddetti. Bu cevap üzerine Mehmet cellat göndererek Notaras’ı, çocuklarını ve Notaras’ın damadı Kantakuzenos’u saraya getirtti ve hoşlandığı çocuk hariç hepsinin başlarını kestirtti.
Notaras öldürüleceği yere getirildiği zaman, çocuklarının kendisinin idamını görüp korkmamaları için önce onların öldürülmelerini rica etti. Çocuklarını öptü, okşadı, onlara korkmamaları için cesaret verdi ve cellada teslim etti. Çocukları öldürülürken metin bakışlarla baktı. Çocuklarının kendisinden önce öldürüldüklerine şükrederek Tanrı’ya dua etti ve cellada kendi başını da uzatarak kararlı bir şekilde ölüme gitti.
Gerek Dukas gerekse Kritovulos’un Notaras’ın ölümüyle ilgili olarak anlattıkları birbiriyle örtüşüyor. Kritovulos, Notaras’ın, önce çocuklarının öldürülmesini istemesinin asıl nedeninin, çocukların ölüm korkusuyla dinlerini değiştirmelerini önlemek için olduğunu tahmin ettiğini de ekliyor.
Ancak Fatih’in bütün bir Notaras ailesini(toplam 9 kişi) cinsel bir nedenle öldürttüğü pek akla yakın görünmüyor. Gerek Kritovulos, gerek Dirimtekin ve diğer bazı kaynakların anlatımlarından, şeriatçı ulemanın, Fatih’in, Notaras gibi Bizans ileri gelenlerini kilit noktalara getirmeyi düşünmesinden dinsel gerekçelerle çok rahatsız olduğunu, Zaganos hizbinin de Notaras ve benzerlerinin kilit noktalara gelmesinin kendi konumlarını sarsacağından kaygılandıklarını ve kıskançlık, kaygı ve öfkeyle, bu ziyafet sırasında Fatih’i, Notaras ve diğer Bizans ileri gelenleri aleyhine kışkırttıkları, Fatih’e bunların bir süre rahat durduktan sonra tekrar istiklal davasına düşeceklerini, düşmanla işbirliği yapıp ecnebi devletlerini Osmanlı aleyhine harekete geçirmeye çalışacaklarını söyleyerek bütün Bizans ileri gelenlerinin imha edilmesini tavsiye ettikleri ve 21 yaşındaki Mehmet’i buna ikna ettikleri anlaşılıyor. Bunu, daha sonraki günlerden bir gün Fatih’in, yanındaki bu şeriatçı ulemayı “sizin yüzünüzden günahsız insanların kanına girdim” diyerek kovmasından da anlıyoruz.
Şehrin düşmesinin üzerinden 11 gün geçti. 9 Haziran 1453 cumartesi günü Girit’in Kandiye limanına 3 gemi girdi. İçinde, kulelerdeki kahramanca savunmalarından ötürü Fatih tarafından gitmelerine izin verilen şövalyeleri de taşıyan ve 29 mayıs sabahı Konstantinopol’den yelken açarak kaçmayı başaran bu 3 gemi Girit’e, kendileriyle birlikte Konstantinopol’ün düştüğü haberini getirdi. Haber adayı dehşete boğdu. Korkunç bir panik, uğultu ve şaşkınlık yaşandı şehirde. Bir keşiş “bundan daha kötü bir haber ne duyulmuştur, ne de duyulacaktır” diye konuştu.
Bu arada Venedik gemileri de Ege’de haberi adadan adaya yayarak mekik dokumaya başladı. Haber yıldırım hızıyla adalarda ve doğu denizlerinin limanlarında duyuldu ve ulaştığı her yerde, Kıbrıs’ta, Rodos’ta, Korfu’da, Khios’ta ve ötelerde olağanüstü bir dehşet dalgası yarattı.
Konstantinopol’ün düştüğü haberi Avrupa Anakarasına, şehrin düşmesinden tam 1 ay sonra, 29 haziran 1453 günü sabahı Venedik’te ulaştı. Gemilerden biri sabah saatlerinde Venedik’in Bacino limanındaki ahşap iskeleye yanaştığında, insanlar her zamanki gibi balkonlardan ve pencerelerden sarkmıştı. Şehre her gelen gemi sevinç yaratırdı. Gemi demek şehre çok sayıda mal ve hediyelik eşya gelmesi demekti. Gemi demek kadınları kocalarına ve sevgililerine kavuşması demekti. Gemi demek başka diyarlardan haber demekti. 

Ancak bu gemide bir tuhaflık vardı. Fazla kalabalıktı ve bu kalabalığa rağmen çok sessizdi. İçindekiler limandakilere hiç de öyle sevinçli gözlerle bakmıyordu. Geminin kaptanı ve mürettebatı limandaki meraklı kalabalığa Konstantinopol’ün düştüğünü , Türklerin eline geçtiğini söyledi. Bu haber önce bir sessizliğe, sonra büyük bir uğultunun, daha sonra feryatların, ağlamaların ve inlemelerin kopmasına neden oldu. İnsanlar bir babanın ya da bir oğulun ya da kardeşin kaybının verdiği acıyla ağlamaya, göğüslerini yumruklamaya, saçını başını yolmaya başladı. Bazıları kendini balkonlarından aşağı attı. Ozanlar ağıtlar yaktı. Kimileri 1 yıldan uzun süredir Bizans imparatoru Konstantin'in ısrarlı yardım çağrılarına kulaklarını tıkayan devlet yöneticilerine küfretmeyi tercih etti. Prens Byzas’ın “körler ülkesi”nin karşısında kurduğu günden bu yana geçen yaklaşık 2000 yıl boyunca efsanelere konu olmuş, asırlar boyu gençlerin hayallerini süslemiş olan masal kent, şehirlerin kraliçesi artık yoktu. O artık "barbar müslümanların" eline geçmişti.
Senato haberi taş kesilmiş bir sessizlikle karşıladı. Oylamalar ertelendi. Konstantinopolis ve Pera(Galata) kentlerinin korkunç ve içler acısı düşüş haberi uçan kuryelerle İtalya’nın her tarafına iletildi. Bu bilgi Bologna’ya 4 Temmuz, Cenova’ya 6 Temmuz, Roma’ya 8 Temmuz 1453’te ulaştı. Çoğu insan önce habere inanmadı. Haber doğrulanınca sokaklar yasa boğuldu.
Konstantinopol’ün Türklerin eline geçtiği haberi Avrupa’da adeta nükleer bomba gibi patladı. Duyulan dehşet o kadar büyüktü ki bu dehşet, abartılı ve uydurma haber ve söylentileri de doğurup yaydı. “Konstantinopol’de 6 yaşın üstündeki herkes öldürülmüştü. Türkler 40.000 kişiyi kör etmişti. Tüm kiliseler yıkılmıştı ve Türkler şimdi de İtalya’yı almaya hazırlanıyordu vs..vs..” Ne var ki bu söylentiler uydurma dahi olsa yüzyıllar boyu Türk’ü yarı hayvana benzeten söylence ve resimlerin de eşliğinde Avrupa’lının bilinçaltında yankılanmaya devam etti.
Haber Germanya’da kendisine ulaştığında 3. Frederick hıçkırarak ağladı.
Konstantinopol’ün düştüğü haberi, o çağda bir haberin maksimum yayılma hızını belirleyen şeylerle, son hızla giden bir yelkenlinin ya da dört nala giden bir atın hızıyla yayılıyordu. İtalya’dan Fransa’ya, İspanya’ya, Portekiz’e, Sırbistan’a, Macaristan’a, Polonya’ya ve daha ötelere…Danimarka ve Norveç Kralı, Mehmet’i “denizden yükselen bir canavar” diye niteliyordu.
Konstantinopol’ün öyküsü yıllar ve yıllar boyu sadece saraylarda değil, yol kavşaklarında, pazar yerlerinde, hanlarda da konuşuldu…konuşuldu. Fransız besteci Guillaume Dufay Konstantinopol’ün hazin sonu için bir ağıt yazdı.
Şehrin savunmasında yer alıp da kurtulmayı başaranların her birini farklı bir yazgı belirledi. Grek mültecilerin çoğu yabancı bir ülkede yoksulluk ve kaybettikleri yurtlarına duydukları hasretle yaşayıp öldüler. Çoğu Girit’te ve İtalya’da kıt kanaat geçinerek yaşadı. Kral Konstantin’in Palaiologos sülalesinden gelenler daha sonra muhtemelen başka etnisitelerle evlilikler yaparak zaman içinde kayboldular. Bir ikisi gerek yoksulluk, gerekse sıla hasretiyle yıllar sonra İstanbul’a dönüp Mehmet’in merhametine sığındı.
29 Mayıs 1453 günü şehirden kaçmayı başaranlardan Georgios Sphrantzes adlı bir Grek’le eşi hayatlarını Korfu’da, Georgios’un yaşadığı acıları ve anılarını yazdığı bir manastırda tamamladılar. Şehrin düşmesinden sonra Georgios’un iki kızı da ganimet olarak elinden alınmış ve padişaha hediye edilmişti. Oğlu da idam edilmişti. 1455 yılı eylül ayında günlüğüne şunları yazdı:
“Ben acınası Georgios Sphrantzes. İmparatorluk Gardrobu 1. Lordu. Hiç doğmamış olmak ya da çocuk yaşta ölmek benim için daha iyi olurdu. Ama öyle olmadığına göre bırakalım 30 Ağustos 1401 günü doğduğum bilinsin. Güzel kızım Tamar sultanın hareminde bir bulaşıcı hastalıktan öldü. Vah bana! Bi çare babasına! Daha 14 yaşındaydı.”
Ne yazık ki Sphrantzes ölmeyi çok istemesine rağmen ölmedi ve 1477 yılına kadar, yani Greklerin tamamen Osmanlı egemenliğine girdiğini görene kadar yaşadı.
İmparator Konstantin, sonraki yıllarda Grek ruhunda Bizans’ın yitip gitmiş görkemine duyulan bir özlem odağı ve Grek popüler kültüründe bir tür Kral Arthur figürü haline geldi. Kehanete göre şimdi mezarında uyuyan kral bir gün, eski Bizans komutanlarının zafer girişi yaptığı yaldızlı kapı’dan girecek ve Türkleri doğuya, Kızıl elma ağacının olduğu yere kadar kovalayıp Konstantinopol’ü geri alacaktı. Bu tür kehanetleri kendisi de işitmiş olan Fatih Yaldızlı Kapı’yı ördürüp kapattırdı.
Bugün Bizans ruhunun en fazla yaşatıldığı yerin muhtemelen İmparator Konstantin’in bir zamanlar Mora despotluğu yaptığı küçük ortaçağ kenti olan Mistra olduğu söylenir. Her sokak lambasının direğinde bulunan çift başlı kartal amblemiyle, Dukas’tan bir alıntının yazılı olduğu mermer bir fonun önünde duran ve elinde kılıcıyla imanı savunurken betimlenen Konstantin heykeliyle, bu küçük kentin hala da Bizans ruhunun mihrabı olduğunu düşünür kimileri.
Bizans savunmasının efsane kumandanı Justinyani Khios’a dönmeyi başardı. Ama fazla yaşamadı. Başpiskopos Leonard’ın ifadesiyle ya aldığı yaradan ya da hemen hemen herkes tarafından son yenilgiden sorumlu tutulmakla kaybettiği itibarın acısıyla orada öldü. Şimdi kayıp olan mezar kitabesinde şunlar yazıyordu: 

“Burada Konstantinopolis’in düşmesi ve Doğulu Hıristiyanların son imparatoru ve cesur önder, çok latif Konstantinus’un Türk Hükümdarı Mehmet’in elinde can vermesi sırasında aldığı ölümcül yara nedeniyle 8 ağustos 1453’te ölen büyük adam Ceneviz ve Khios soylusu Giovanni Giustiniani yatar”

                                                             -SON-
Formun Üstü
BeğenBeğen ·  · Paylaş
·         Ahmet AçanSerhan GüngörBijen Karaş Arslan ve 5 diğer kişi bunu beğendi.

Naci Adıgüzel
Fetih masalları ve gerçekler yazı dizisinin sonu
Hikaye burada bitiyor. Son olarak şunu belirtmekte yarar var. Ne kadar objektif olmaya çalışırsanız çalışın, özellikle konu tarihse, yazdıklarınızın belirli bir subjektiviteden beslenmemesine imkan yok. Çünkü spekülasyonlardan örülü bir patikada yürüyorsunuz. Yapabileceğiniz en fazla, olan biteni gerçeğe yaklaştırabilmektir. Sanırım çapraz sorgulamalarla ve farklı kaynakların ortaklaştığı noktaların bulunmasıyla yazılan bir çok şey gerçekle buluştu. Diğerlerinin de gerçeğe değdiğini ya da ona yaklaştığını sanıyorum.
Okuyan, ilgi gösteren herkese sonsuz teşekkürler.

BeğenBeğen ·  · Paylaş
·         Yasmin Psnlgl, Ahmet Açan, Kumru Saglam ve 5 diğer kişi bunu beğendi.
·        
Bijen Karaş Arslan Gerçekten harika bir serüven yaşattın bize. Tüm yazı dizisi ve emeklerin için tekrar teşekkürler Naci.
·        
Serhan Güngör Eline, emeğine sağlık. Teşekkür ederiz.
·        
Nigar Okuyan Çok güzeldi,teşekkürler..Tarihi bir roman tadındaydı..Başka diziler de olacak mı 
·        
Naci Adıgüzel Şimdilik başka dizi yok Nigar:)
·        
Bijen Karaş Arslan Bi sülüman patlataydın da, dizi karakteri edilen şu çok muhteşem padişahı gerçek yüzüyle tanıyaydık mesela Naci
·        
Yasmin Psnlgl Emeğine, eline sağlık tebrik ederim.
·        
Naci Adıgüzel Aslında benim asıl ilgi alanım biraz 6. yüzyıl İstanbul'u. İmparatoriçe Theodora ve Justinian dönemi İstanbul'u. Ah o dönemi bir günlüğüne dahi olsa görebilmek için neler vermezdim:)
·        
Erdem Tuç Naci kitap yapip genisletsen ne guzel olur
·        
Formun Altı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder